22 Mayıs 2010 Cumartesi

İllustrator Dersleri - Adobe Illustrator Çalışmaları




Her seviyeden illustrator kullanıcıları Adobe illustrator örneklerine ulaşabilirsiniz ister acemi olun ister profesyonel, mutlaka işinize yarayacağına eminim
her örneğin adım adım öğretilmesini inceleyebilir, ilham alıcı yanlarından faydalanabilirsiniz


http://www.forumalev.net/diger-grafik-paylasimlari/409574-illustrator-dersleri-adobe-illustrator-calismalari.html#post1379808



İllustratör Dersleri - Adobe Illustrator Çalışmaları İllustratör Dersleri İllustratör Dersleri İllustratör Dersleri İllustratör Dersleri - Adobe Illustrator Çalışmaları
İllustrator Dersleri - Adobe Illustrator Çalışmaları

İllustratör Dersleri - Adobe Illustrator Çalışmaları İllustratör Dersleri İllustratör Dersleri İllustratör Dersleri İllustratör Dersleri - Adobe Illustrator Çalışmaları
İllustrator Dersleri - Adobe Illustrator Çalışmaları
İllustratör Dersleri - Adobe Illustrator Çalışmaları İllustratör Dersleri İllustratör Dersleri İllustratör Dersleri İllustratör Dersleri - Adobe Illustrator Çalışmaları
İllustrator Dersleri - Adobe Illustrator Çalışmaları

Devamını Oku

12 Mayıs 2010 Çarşamba

3. Köprü İsmi İçin Komik Öneriler


3. Köprü için komik isim önerileri! Van Minüt Köprüsü!

Kadir Topbaş’ın, “3. köprünün ismini İstanbullular’a soracağız” sözünden sonra vatandaş isim koyma yarışına girdi. İşte bazı öneriler

Gündeme geldiği günden bu yana tartışma konusu olan üçüncü köprünün güzergahı, geçtiğimiz günlerde açıklanmıştı. Garipçe-Poyrazköy arasına yapılması planlanan köprü konusunda, şimdi de isim tartışması yaşanmaya başlandı. Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, “Köprünün adını halka sormakta yarar var” diyerek seçimi İstanbullular’ın yapacağı sinyalini verirken, vatandaşlardan çok sayıda isim önerisi geliyor. Üçüncü köprüye verilmesi istenen isimler arasında Atatürk’ün yanı sıra ünlü Türk düşünürleri ve yakın tarihin siyasi simaları da var. En yoğun talip gören isimleri, “Avrasya, Mimar Sinan, Mevlana, Atatürk, İsmet İnönü, Cumhuriyet, Adnan Menderes, Muhsin Yazıcıoğlu” oluşturuyor. Bunların yanında internet sitelerinde açılan forumlarda, yoğun bir isim polemiği sürüyor. Üçüncü köprünün yapımına karşı çıkan internet kullanıcıları, ironik isim teklifleriyle tepkilerini dile getiriyorlar. İşte bu isim önerilerinden bazıları:


İŞTE 3. KÖPRÜ İÇİN ÖNERİLEN KOMİK İSİMLER
GARİP POYRAZ KÖPRÜSÜ : Garipçe ile Poyrazköy arasına yapılacağı ve bölgedeki ağaçları yok edeceği için…

AÇILIM KÖPRÜSÜ Birlik ve bütünlüğü sağlamak için peşpeşe yapılan açılımlara ithafen…

VAN MİNÜT KÖPRÜSÜ Başbakan’ın dünya çapında şöhret olan çıkışını temsil ettiği gibi, köprüden bir dakikada geçileceğini de anlatıyor. Bunu İngilizce önerenler de çok One Minute Bridge…

BOĞAZDIŞI KÖPRÜSÜ Boğaz’ın sonunda, en kuzeyde olduğu için Boğaziçi Köprüsü’ne gönderme…

KÖPRÜLÜ BİNALİ PAŞA KÖPRÜSÜ Köprünün güzergahını ilk kez açıklayan Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım için…

DAHA DA GEÇMEM KÖPRÜSÜ Özellikle muhalif kesim tarafından önerilen son derece manalı bir isim.

MÜSTEHAK KÖPRÜSÜ Toplumun önemli olaylar karşısındaki tepkisizliğini belirten bir isim.

FUZULİ KÖPRÜSÜ Hem en büyük şairlerimizden birinin ismi, hem de ironik bir gönderme…

TEĞET GEÇİN KÖPRÜSÜ Son yılların en çok kullanılan geometrik göndermesi. Yakınından geçin anlamında…

RTE KÖPRÜSÜ İstanbul’da yeni yapılan tramvaylara RTE adı verildi. Yalova’ya çalışan feribotun da adı RTE… 3. köprünün neden olmasın…

EN AZ 3 KÖPRÜSÜ Hem 3. köprü olması sebebiyle, hem de Başbakan’ın “En az 3 çocuk yapın” sözlerini temsilen…

SIRAT KÖPRÜSÜ Geçerken öteki dünyayı hatırlatıp, maneviyatın kuvvetlenmesine yardımcı olan bir isim.

İSTEMEZÜK KÖPRÜSÜ Boğaz’a yeni bir köprü yapılmasına şiddetle karşı olanların favori ismi.

CİDDİ ÖNERİLER Atatürk, İsmet İnönü, Menderes, Muhsin Yazıcıoğlu, Mevlana, Mimar Sinan, Cumhuriyet, Avrasya…

Habertürk
Devamını Oku

Kısaca Kaşgarlı Mahmut’un Hayatı ve Eserleri

Kısaca Kaşgarlı Mahmut’un Hayatı ve Eserleri Kısaca Kaşgarlı Mahmut’un Hayatı ve Eserleri Kısaca Kaşgarlı Mahmut’un Hayatı ve Eserleri Kısaca Kaşgarlı Mahmut’un Hayatı ve Eserleri


Ortaokul veya liseyi okuyan herkesin ismini mutlaka duyduğu, bütün bilgi yarışmalarında çıkan, kültürümüz için, tarihimiz ve dilimiz için en önemli insanların başında gelmektedir Kaşgarlı Mahmud. Belki de Türkçe’nin dönüm noktasıdır o! Kendi zamanında o zaman ki çok çok az bilginin yapabileceği birşeyi yapmış ve şuanda kullandığımız güzel dilimize değer üzerinde değer katmıştır. Bizde bu kadar önemli olan bir insanının kısaca hayatını anlatmak istedik. Bakalım bu köşe taşı insanımız nasıl bir hayat sürmüştür, en önemli eseri nedir ?

Kaşgarlı Mahmud, XI. yüzyılda yaşamış, asıl adı Mahmud bin Hüseyin bin Muhammed’dir. Divan-ı Lügati’t Türk’ün yazarıdır. Türk dil bilginidir. Karahanlılar soyundan bir aileden gelmiştir. Babası Barsgan’lı Hüseyin’dir. Kaşgarlı Mahmud’un yaşamı hakkında kesin ve ayrıntılı bilgi yoktur. Çeşitli kaynaklarda doğum tarihi olarak 1008 yılı ile 1025 yılı ifade edilmektedir. Ölüm tarihi ise tahminen 1090 yılı olarak belirtilmektedir.

Çok iyi bir eğitim gördüğü, İslami bilimlerini iyi bildiği, Türkçe ve Türkçe’nin çeşitli lehçe ve ağızlarını çok iyi bildiği gibi Arapça ve Farsça’yı da mükemmel bildiği tespit edilmiştir. Türkçe’nin gelişip serpilmesinde büyük hizmet ve çalışmalarda bulunmuştur. Kaşgarlı Mahmud’un iki eseri olduğu bilinmektedir. Divan-ı Lügati’t Türk (Türk Dili Lûgati) ve bazı kaynaklarda ikinci bir eseri olarak Kitabü Cevahir-ün-Nahv fi Lügat-it Türk (Türk Dilinin Dilbilgisi Cevherleri Sözlüğü) adlı kitabının var olduğu bilinmekle birlikte henüz ele geçmemiştir. Divan-ı Lügati-t Türk’te anlatıldığına göre 25 Ocak 1072′de Bağdad’ta yazılmaya başlandı; 10 Şubat 1074′de bitirdi. Kaşgarlı Mahmud bu değerli eserini Abbasi halifesi El-Muktedi Biemrullaha sundu.

Divan-ı Lügati-t Türk Araplara Türkçe’yi öğretmek ve Türkçe’nin zengin bir dil olduğunu göstermek amacıyla yazılmıştır. Eserine eklediği Dünya haritası üzerinde, Türklerin yerleştikleri bölgeler ve komşuları olan ülke ve milletlerin yerlerini göstermektedir. Ayrıca bu eserde 7500 civarında Türkçe kelimeyi Arapça olarak açıklamış, 400′e yakın dörtlüklerden oluşan şiir ve atasözleriyle örnekler vermiştir. Türkmen, Oğuz, Çiğli, Yağma, Kırgız ve Türk boylarının Türkçe’si konusunda bilgilere yer vermiştir. Bu eser Türk tarihi, coğrafyası, mitolojisi, folkloru ve halk edebiyatı konularında zengin bilgileri kapsayan ansiklopedik bir lügattır.

Divan-ı Lügati-t Türk, el yazmasının Dünyadaki tek kopyası Fatih Millet Kütüphanesinde 1910 yılında bulundu. 1915-1917 yıllarında öğretmen Kilisli Rifat Efendi tarafından üç cilt olarak basıldı. Besim Atalay tarafından Türkçe’ye çevirisi 1933-1943 tarihleri arasında tamamlanarak 5 cilt olarak Türk Dil Kurumu tarafından yayımlandı.
Divan-ı Lügati-t Türk, bütün Dünyada Türkolojiyle uğraşan araştırmacı bilim adamları için çok değerli bir kaynak eser olmuştur.

Dîvânü Lugati’t-Türk, Türk dilinde ilk ansiklopedi ve sözlük.

Kitabu Cevahirü’n – Nahv fi Lugati’t-Türkî (Türk Dili’nin Nahiv (*) Cevherleri), Türk dilinin ilk gramer kitabı. (Bu eseri daha kaleme aldığı biliniyor. Nerede-nasıl kaybolduğu belirlenemeyen bu eser, günümüze ulaşmamıştır)
Devamını Oku

4 Mayıs 2010 Salı

Askeri Darbe Nedir, Askeri Darbenin Amacı Nedir, Neden ve Nasıl Askeri Darbe Yapılır? Türkiyedeki Askeri Darbeler

Askeri Darbe Nedir, Askeri Darbenin Amacı Nedir, Neden ve Nasıl Askeri Darbe Yapılır? Türkiyedeki Askeri Darbeler




Güzel ülkemizin demokrasi tarihi darbe denilen kara lekelerle doludur maalesef. Osmanlı imparatorluğu zamanında yapılan padişah ve sadrazam devirme hareketleri sonucu bir alışkanlık haline gelen derbe girişimleri, cumhuriyetimizin 80 küsür yıllık kısa sayılabilecek tarihine maalesef 5 darbe ve darbenin yumuşatılmış hali olan muhtıralar sığdırmıştır. Bizde bu yazımızda askeri darbe kavramının ne demek olduğunu, neden askeri darbe yapıldığını, Türkiye’de yapılmış askeri darbeler ve yıllarını size kısaca aktarmak istedik.

Darbe, devletin emrindeki resmi askerî kurumlara mensup kişi ya da kişilerin ani olarak anayasal olmayan yollarla mevcut hükümeti devirmesi ve iktidara el koymasıdır. Yönetim biçimine yöneltilen radikal değişiklikleri önlemek amacıyla her zaman olmasa da çoğunlukla tanımı gereği şiddet içerir. Geniş halk kitlelerinin desteği olmadan yapılması ve köklü bir değişim hareketi olmaması sebebiyle devrimden ayrılır.

Teknik olarak darbeciler genellikle ordunun yapacakları eyleme karşı tarafsız kalmasını fırsat bilerek iktidarı ele geçirir, lideri devirir, radyoların ve televizyonların vb. iletişim kanallarının işgal edilmesi gibi hükümet daireleri üzerinde bir otorite kurarlar, elektrik santrallerinin ele geçirilmesi gibi temel altyapı tesislerini ele geçirirler. Askerî darbeler 20. yüzyılda yaygın biçimde Latin Amerika’da Arjantin,Şili, Asya’da Birmanya[1], Afrika’da ve Avrupa’da Yunanistan, Türkiye[2] gibi özellikle gelişmekte olan ülkelerde gözlenmiştir. Hükümetlerin, ekonomik ve sosyal sorunları çözmekte başarısız oldukları iddiası, cuntacılar tarafından askeri darbelerin başlıca sebebi olarak gösterilmektedir.[3]

Askeri darbeler aynı zamanda güçlü devletlerin zayıf devletler üzerindeki emellerini gerçekleştirebilmeleri için tercih edilen bir yol olarak da karşımıza çıkar. Örneğin CIA’in Şili darbesine destek vermesi gibi. Ayrıca, NATO’nun askerî kanadından 1974′te çıkan Yunanistan’ın, karşılığında Türkiye’ye hiçbir taviz verilmeden 1981′de veto edilmeden tekrar NATO’ya kabulü de ancak 12 Eylül 1980 darbesinden sonra mümkün olabilmiştir.

Darbecilerin Kurdukları Hükümetler ve Şekilleri

Darbe sonrasında ordu kurulacak hükümetin şekli sorunuyla karşı karşıya kalır. Latin Amerika’da darbeden sonra değişik rütbede askerlerden oluşan cunta yönetimi oldukça yaygındır. Afrika’da ve Türkiye’de ise cunta ile birlikte çalışacak devrimci bir meclis oluşturma ve bu meclis üyelerinin de cunta tarafından seçilmesi yöntemi yaygın olarak kullanılır. 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 darbeleri ile yönetimi ele geçiren cuntalar olan Milli Birlik Komitesi ya da Milli Güvenlik Kurulu, ülkeyi mutlak biçimde yönetmiş; aynı zamanda Kurucu Meclis ya da Danışma Meclisi adıyla cunta tarafından seçilen sivil temsilcilerin olduğu ancak MBK ya da MGK karşısında bir hayli zayıf bir de meclis oluşturulmuştur.

Türkiye 1950 yılındaki demokratik seçimlerle çok partili hayata geçiş yaptığı dönemden sonra, millet iradesine dayanan demokratik düzen[4] neredeyse her on yılda bir askeri müdahalelerle kesintiye uğradı.[5] İlki 27 Mayıs 1960′da olmak üzere; 12 Mart 1971′de (muhtıra), 12 Eylül 1980′de, 28 Şubat 1997′de (postmodern darbe) arka arkaya askeri müdahalelere tanık oldu. Ayrıca 27 Nisan 2007′deki Cumhurbaşkanlığı krizi sonrası yayınlanan 27 Nisan tarihli Genelkurmay Başkanlığı Bildirisi de bazı kaynaklarca muhtıra olarak değerlendirilmiştir. Şimdi bu saydığımız darbe ve muhtıraları azıcık açalım isterseniz.

CHP 1950′ye kadar geçen dönem içinde ilimli politikalar takip etmeye çalıştı. Bürokratlarına tarafsizlaçtirmasi, gizli oy açık sayım gibi demokratikleşmeler sağlandı. Recep Peker yönetimindeki uzlaşmaz, kati merkeziyetçi hükümetin yerine Hasan Saka ve Şemseddin Günaltay gibi ılımlılardan kurulu hükümetler getirildi. Kısacası CHP geçmiş yıllardaki baskıcı kimliğini halka unutturmaya çalıştı.

14 Mayıs 1950′deki seçimlerde DP 408, CHP 69 sandalye kazandı. Darbe söylentilerine rağmen iktidar el değiştirdi. Celal Bayar cumhurbaşkanı, Adnan Menderes başbakan oldu. İktidarına el değiştirmesiyle her iki parti de kimlik krizi yaşadı. CHP 1950 seçimlerine son yıllarda uyguladığı ilimli politikalara güvenerek garanti gözüyle bakıyordu, bu nedenle iktidarına parti-devlet bütünleşmesinden kaynaklanan geniş yetkilerini DP’nin talebine rağmen kısıtlamamıştı. Seçim sonuçları CHP’de tam anlamıyla sok etkisi yaptı. DP, iktidarına geniş yetkilerine rağmen bürokrasiye, orduya ve CHP’ ye karsı kendisini hiçbir zaman güvende hissedemedi. Darbe söylentileri üzerine genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları dahil 15 general ve 150 albayı emekliye ayırdı.

DP, iktidarının ilk bir kaç yılında hava şartlarının uygun olmasıyla hasadın bollaşması, ekonominin iyileşmesi DP için nüfusun büyük bir kısmının yaşadığı kırsal kesimin oylarını garantiledi. CHP’nin DP’ye yönelik klasik irtica söylemlerine karsı (o yıllarda Ticanilerin Atatürk heykel ve büstlerine yönelik saldırıları vardı) 25 Temmuz 1951′de Atatürk’ü Koruma Kanunu çıkardı. Hatta dini istismar ediyor diye 8 Temmuz 1953′te Millet Partisi’ni kapattı.

2 Mayıs 1954 seçimlerinde DP 503, CHP sadece 31 sandalye kazandı. DP’ nin, gittikçe otokratikleşmesi, muhalefet üzerinde baskı kurması ve ekonominin kötüleşmesi, enflasyonun artması üzerine kentli tabanının ve üniversite üyelerinin desteğini kaybetti. Enflasyondan ilk etapta etkilenmeyen kırsal kesimin desteğini muhafaza etti. 27 Ekim 1957 seçimlerinde DP 424, CHP 178 sandalye kazandı. DP’ nin gücünü devam ettirmesine rağmen bazı desteklerini yitirdiği ortaya çıktı.

CHP’liler seçimle iktidar olamayacaklarını anlayınca seçim dışı yollarla iktidara gelme yollarını aramaya başladılar. Özellikle DP’ nin halk katmanlarını politikaya sokması, CHP’ nin malvarlığının kaynağını araştırmak için (CHP’ nin devlet bankalarının sermayesinden daha fazla serveti vardı) Tahkikat Komisyonu kurması ordu içinde de rahatsızlıklara yol açtı. DP giderek kendini daha güvensiz hissediyor, gittikçe de muhalefet üzerindeki baskılarını artırıyordu. Başına yönelik sansürler, darbe söylentilerine karsı ordu içinde soruşturmalar…

DP iktidarına karsı örgenci eylemleri başladı. CHP gençlik örgütleri İstanbul ve Ankara’da gösteriler düzenledi. Hükümet İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim ilan etti. Darbe söylentileri karşısında kendi konumunu güçlendirmek için Menderes halka döndü. Güçlü olduğu Ege Bölgesi’nde mitingler düzenledi. Ankara’ya döndüğünde harp okulu öğrencilerinin gösterisi hükümetin prestijine ağır darbe vurdu. Harp Okulu öğrencilerinin gösterisi üzerine hükümetin bir soruşturma başlatarak darbe planlarını ortaya çıkartacağından korkan cunta erken davranarak 27 Mayıs 1960′da darbeyi yaptı.

Milli Birlik Komitesi, İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar başkanlığında öğretim üyelerinden müteşekkil bir Anayasa Komisyonu kurdu. Komisyon Avrupa’daki gelişen sosyal devlet anlayışının da etkisiyle liberal bir anayasa hazırladı. 1961 Anayasası’yla yeni kurumlar oluşturuldu. Anayasa Mahkemesi, Milli Güvenlik Kurulu ve Danıştay’ın yetkilerinin artırılmasıyla iktidarına denetlenmesine ağırlık verildi.

31 Ağustos’ta parti liderleri askerlerin gözetiminde toplanarak bir deklarasyon yayınladı. Askerlerin CHP’nin iktidar olması için en uygun Propaganda zeminin oluşturulmaya yönelik alınmasını istediği önlemler şunlardı:

1) 27 Mayıs Devrimi’ni siyasal amaçlarla sorgulamamak ve istismar etmemek.

2) Atatürk Reformları’nı korumak.

3) İslam’ı siyasi amaçlarla istismar etmemek.

4) Yassıada Mahkemesi kararlarini istismar etmemek. 15 Eylül 1961′de Yassıada Mahkemesi, Adnan

Menderes, Fatih Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamını onayladı. 16 Eylül’de Zorlu ve Polatkan, bir gün sonra da Menderes idam edildi.

15 Ekim 1961′de seçimler yapıldı. CHP 173 sandalye alırken, DP’ nin devamı sayılan neo-demokrat partiler (Adalet Partisi 158, Yeni Türkiye Partisi 65, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi 54) toplam 277 sandalye kazandılar.

Sonuçlar içeride ve dışarıda, Menderes’in bir zaferi ve 27 Mayıs rejimine karsı halkın bir kınama oyu olarak yorumlandı.

Solun neredeyse tamamı 27 Mayıs’ i “ilerici” olarak değerlendirmiş, sahiplenmiştir. “Darbeler demokratik açıdan değil diyalektik açıdan değerlendirilir, ne getirmiş, ne götürmüş önemli olan o.” seklinde bir bakış açıları vardır. (Tanilli, s.56)

Seçim sonuçları ortadaydı. Bu durumda askerin kışlasına dönmesi pek olası değildi. 1962 ve 1963′te bir dizi basarîsiz darbe girişimleri oldu.

1965 seçimlerinde bir partinin meclise hâkimiyetini engellemek için nisbi seçim sistemi uygulandı. Fakat bu Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi’ nin yükselişini önleyemedi. Seçimlerde AP 240, CHP 134, diğer sağ partiler (Millet P+CKMP+YTP) 61, İsçi Partisi 15 sandalye kazandı.

1965′ ten sonra muhalefet sokağa tastı. Üniversiteler öğrenci eylemleriyle, fabrikalar işçi grevleriyle felç oldu, kırsal kesimde köylülerin toprak işgalleri başladı.

12 Mart 1971

12 Mart 1971′de ordu komutanları Demirel’e bir muhtıra verdiler. Muhtıranın içeriği kardeş kavgasının ve anarşinin engellenemediği, Atatürk’ün reformlarının gerçekleştirilemediği, çağdaş uygarlık hedefinden sapıldığı, bütün bunlardan hükümetin sorumlu olduğu, bu hedeflere ulaşmak için yeni bir hükümetin demokratik yollardan kurulması, aksi takdirde TSK’nin yasalardan aldığı yetkiyle idareyi doğrudan doğruya ele alacağı seklindeydi.

Nihat Erim başkanlığında sivil bir hükümet kuruldu. 1961 Anayasası’nın hak ve özgürlükleri genişleten maddeleri değiştirildi. Resmi ideoloji açısından tehlikeli görülen İslam! Eğilimli Milli Nizam Partisi ve sosyalist eğilimli Türkiye İsçi Partisi kapatıldı.

12 Mart Muhtırası’yla devlet otoritesini tesis etmeyi amaçlayan uygulamalar sonuç vermedi. Siyaset dışında tutulmaya çalışılan toplum kesimleri sokağa çıktı. 1973 seçimleriyle başlayan sürekli bölünmelerle parti enflasyonu yasandı. Bunun getirdiği koalisyonlar, azınlık hükümetleri istikrarı sağlayamadı. Sol ve İslami muhalefetin sokağa taşması, gün geçtikçe kitleselleşmesi ve sistemi radikal bir şekilde sorgulamaya başlamaları orduyu harekete geçirdi. Ordunun bu kadar beklemesinin sebebi olarak 27 Mayıs’la halk nezdinde düştüğü duruma tekrar düşmek istememesi yaygın olan bir kanaattir.

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi

Darbeyle birlikte anayasa değişikliği de geldi. 82 Anayasası’yla toplumu tepeden tırnağa kontrol altına almak için 61 Anayasasının getirdiği hak ve özgürlükler geri alındı. Temel insan hak ve hürriyetlerinin geniş ölçüde sınırlandırıldığı, yer yer kaldırıldığı bir ortamda muhalefet sindirildi. Halk depolitize edilerek DP ile girdiği siyaset arenasından dışlandı. Bütün bunlar 82 Anayasası’ yla yasallaştı.

Ordunun özellikle Kenan Evren’in bütün karsı propagandalarına rağmen Turgut Özal’ın liderliğinde ANAP 1983 seçimlerinde tek başına iktidar oldu. Ordu perde arkasına çekildi. Ancak sahne gerisinden müdahalelerini devam ettirdi. Halkın her türlü hak arama girişimleri (sendikal haklar, inandığı gibi yasamak, Kürt kimliğinin tanınması…) resmi ideoloji adına, demokrasi vitrininin ardındaki darbe kurumları tarafımdan gerek kanuni, gerek kanun dışı yollarla bastırılmaya, sindirilmeye çalışıldı.

28 Şubat 1997 Post Modern Askeri Darbesi

Refah Partisi ile halkın özellikle İslami taleplerle siyaset sahnesine çıkması, İslam’ın insanlarına bireysel ve toplumsal hayatlarında belirleyiciliğinin artması, ABD’nin Yeni Dünya Düzeni’nde İslam’ı tehtid olarak görmesi, halkın iktidar seçkinlerinden yüz çevirmesi, halkın desteğini yitiren partilerin sırtlarını devlete dayayarak ayakta durabilmeleri, ekonomide Anadolu sermayesinin yükselerek devlet destekli büyük sermaye ile rekabete girmesi, Susurluk kazasıyla iktidar seçkinlerinin kirli iliksilerinin gözler önüne serilmesi egemenlerin yeniden “irtica nöbetlerine” yakalanmasına yol açtı. İrtica söylemi her şeyin üstünü örtebilirdi. MGK toplantıları tarihi (!) olmaya basladi. PKK’dan daha tehlikeli ilan edilen irticaya karsı kamuoyu oluşturulmaya çalışıldı. Üniversite rektörlerine, medyaya, yargıya, patronlara brifingler verildi. Halkta tutmadı ama söz konusu çevrelerde rağbet büyüktü. İrtica söyleminin temel nedenine baktığımızda bunun rantını yiyenlerin tekelci sermaye, sivil-asker karması ve medya olduğu ortadadır. Bu nedenle söz konusu çevreler irtica ile mücadelede birbirleriyle yarıştılar. Bati Çalışma Grubu (BCG), Sicil Çalışma Grubu (SCG), valiler, garnizon komutanlıkları, hükümet, yargı mensupları, kartel medyası, TÜSIAD, YÖK, DGM hepsi de irtica ile mücadele de öne çıkmaya çalıştılar.

28 Şubat sürecinin zeminini, alt yapısını oluşturan Başbakanlık Kriz Yönetmeliği ve Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin Refah-Yol tarafından imzalanmasıdır. Bu yönetmelikle doğal afetler de dahil olmak üzere MGK’nın kriz dediği durumlarda MGK yaptırım uygulayabilecek bir üst yapı haline geliyordu. Bunun ilk pratiği de 28 Şubattır. Parlamento devre dışı bırakılıyor, yasama organı MGK oluyor. Yürütme organı hükümettir ve tavsiye niteliğindeki kararları yürütebilmek de hükümetin ömrünü tayin ediyor.

28 Şubat Post Modern Askeri Darbesinin bilançosu

Refah-Yol hükümeti düşürüldü.

8 yıllık kesintisiz eğitimle İHL’lerin orta kesimleri kapatıldı, üniversiteye yönelik sınırlamalarla lise kısımları işlevsiz hale getirildi.

Kamu kurum ve kuruluşlarında, üniversitelerde, imam-hatiplerde başörtüsü yasaklandı.

Kur’an kursları kapatıldı.

Devlet kadrolarında dindar memurlar tasviye edildi.

Refah Partisi kapatıldı.

Parti yöneticileri, Refahlı belediye başkanları yargılandı, tutuklandı, siyaset yapmaları yasaklandı.

Vakıf ve dernekler üzerinde baskı kuruldu, yöneticileri kovuşturuldu.

Anadolu sermayesine ambargo ilan edildi.

YAS kararlarıyla ailesi, esi dindar, başörtülü olan, içkili toplantılara katılmayan subaylar ihraç edildi.

Çok sayıda insan, yazarlar gazeteciler de dahil gözaltına alındı, işkence ve tutuklamalar oldu.

Seçime gidilen bir süreçte küstürdükleri, copladıkları halkı tekrar kazanmak için PKK-Apo kozunu kullanıyorlar. Suriye ve Yunanistan’a yönelik sert mesajlar verilerek dört bir yanımız ateş çemberi, milli birlik-beraberlik vurgularıyla halk manipüle edilerek hükümet olmaları halka değil 28 Şubat sürecine borçlu partilerin tarafına çekilmeye çalışılıyor.

Son olarak da Nisan 2007 tarihinde Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi Genelkurmay Başkanlığı resmi sitesinde yayınlanan e-muhtıra var, ama biz bunu anlatmayıp, yakın tarihimizde gerçekleşen hafızalarımızdaki bu olayın takdirini halkımıza bırakıyoruz. Bir daha ülkemizde darbe olmaması dileğiyle, saygılar…
Devamını Oku